Nasıl Bir Dünya?

Yazarlarımız

Hangi Konularda Yazdık?

Kim Ne Yazdı?

Sayfalar

14 Ekim 2010 Perşembe

Anne olmanın dayanılmaz ve vazgeçilmez ağırlığı

Dün, mesela, vakit geçirmek için, kaldığımız yere yakın alışveriş merkezine gitmeye karar verdim. Vardığımızda Poyraz uyumuştu arabasında. Bir anda ne yapacağımı şaşırdım. O uyuduğuna göre canımın her istediğini yapabilirdim ama hangisini yapsam. Bir ayakkabıcı vardı önümde, indirimde, koştum girdim, sonra off dedim, ben alışveriş sevmem ki! Hemen bir kahve alıp oturup keyif yapayım, kahveciye koşuyordum ki yok dedim, kitapçıya gidip kitap bakayım, hemen oraya yöneldim, sonra 'aman sakin sakin otursam daha iyi değil mi? hem karnım da aç biraz, ben yemek katına gideyim, orda birşeyler yerim' diye asansöre fırladım. Yemek katında ne yesem bilemedim, dondurma aldım, nerde otursam daha keyifli diye deliye döndüm, Poyraz uyanınca götüreceğim oyun alanının kafesine koştum. Oturdum 'ah dedim, yanıma kitabımı alsaydım!' Neyse gazeteler var okuyayım, aa dergiler de var, onları mı okusam, aaa yeni yaşamaya başladığımız ülkeyi tanıtan kitaplar var, ben onlara bakayım. Panik halinde huzurlu olmaya çalışarak oturdum dondurmamı yiyip kitabı karıştırmaya başladım. Şık restaurantlar kısmını hızlı geçtim, nasıl gideceğiz ki; alışveriş merkezleri, cık, istemem; oteller, gerek yok! E bunda çocuklara yönelik aktiviteler yok. Dur ben şöyle hiç bir şey yapmadan oturayım dedim sonra. O da güzel, onu da özledim. Dondurmamı bitirdim. Ama hala alışveriş mi yapsaydım, kahve de mi içseydim, şimdi çay alsam onu içemeden Poyraz uyanır mı diye içim içimi yiyerek! Sonra Poyraz'a bakmaya başladım, e ne zaman uyanacak bu çocuk!

Bir alışveriş merkezinin içinde bile (ki hiç sevmem) canımın istediği özlediğim neler varmış gördüm. Aslında herkes harika anlatmış. Hayat bebekten sonra tepetaklak oluyor. Aynı insanın bu kadar farklı 2 hayatı yürütüyor olması bilimkurgu gibi geliyor ama öyle, oluyor ve bundan şikayet de edilmiyor. Ben de, ah, ne kadar özledim pek çok şeyi yapmayı. Özledim ama şikayetçi değilim. Hem öyle bir hal ki elime fırsat geçse de tadını çıkara çıkara yapamıyorum ki. Aklım oğlumda oluyor, en güzel aktiviteden sonra bile ona kavuşunca sürgünden dönmüş gibi bir ruh hali içinde giriyorum. Bence bu biraz hastalıklı bir durum, ama öyleyim!

Bütün bu yapamadığımız şeyler, çocuklarımız biraz büyüyünce yine hayatımıza girecekler. Bol bol kendimize ait vaktimiz olacak yine. Bu günler göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş olacak. Yani çok büyük bir özgürlükten vazgeçis yok ortada.

Ben oğlumun sağlık sorunlarıyla uğraştığımız dönem anladım, elimden alınmış en büyük özgürlüğümün ne olduğunu: güçsüz olma özgürlüğü. Ne olursa olsun kendimi bırakıp, günlerce ağlayıp sızlayıp hayattan elimi ayağımı çekme özgürlüğüm yok artık. Benim içimi yakan bir durum bile olsa ortada ben onu dimdik göğüslemeliyim ki oğlum da öyle yapsın. Üzüntümü içime atmak bile değil, yok etmeliyim onu, içimizi de okuyor çocuklarımız, üzülmemeliyim, bunu başarmalıyım en üzücü şeylerde bile. Özellikle bu çocuğumla ilgili birşeyse. Gönlümce kahretmeyi özlüyorum.

Bir insan yetiştirmenin ağırlığı altında eziliyorum bazen. Bir insan şekillendirmenin! Her sözüm, her hareketim onu yoğuruyor. Her bir insan etrafındaki onlarca insanın hayatını etkilerken, hatta bazı insanlar bütün dünyayı etkilerken, bu sorumluluğun altında ezilmemek mümkün mü? Ben kimim, ne kadarım ki! Reklam kampanyasını belirlenen zamana yetiştirmenin büyük bir sorumluluk olduğunu sandığım günleri özlüyorum.

Ölümden korkmamayı özlüyorum. Sonsuzluk içinde benim hayatım nedir ki, dünya benden sonra da döner nasıl olsa demeyi. Şimdi bana birşey olursa diye düşündüğümde, Poyraz'ın annesiz büyüme ihtimali içimi yakıyor. Onun yaşayacağı burukluk. Ben ölmemeliyim diyorum, eşim de ölmemeli. Oysa halletmiştim bu meseleyi. Ağzım dolu dolu hayat boş diyebilmeyi özlüyorum. Hayatım çok doldu.

Hep sorumluluklarım vardı, onları hiç hafife alamadım ama yine de 'eeeh alır başımı giderim, biraz ekmek biraz soğan biraz su, yaşar giderim, yeter yahu!' diyiverirdim çok bunaldığımda. Bir yere gitmeyecektim biliyordum ama en uç noktada alıp başımı gidebileceğimi bilmeyi özlüyorum. Şimdi her adımımı hesaplayarak atmak zorundayım, nereye gidiyorum!

Özlemek 'ah böyle olmasa da, öyle olsa' halini de içerir mi bilmiyorum. İçerirse ben içeride uyuyan oğlumdan başka hiçbir şeyi özlemiyorum şu anda hayatta. Güçlü oluveririm, hiç bir yere gitmem, gitmeyi istemem, olabildiğimce sorumluluk sahibi olurum, hayat boş demem bunlar hiç önemli değil; ama şu ocaktaki brokoli çorbasına ne kadar süt koyacaktım, o pek önemli.

8 yorum:

ayşe arslan dedi ki...

tek kelimeyle ''harika bir yazı'' olmuşş

15 Ekim 2010 00:34
Bahar dedi ki...

Eline sağlık. Hepimizi anlatmışsın bence.Çok güzel olmuş.

15 Ekim 2010 08:46
Didem dedi ki...

Gözlerim doldu... Anne olduğum için 1 kez daha sükrettim... İyiki doğurmuşum(z)...

15 Ekim 2010 10:01
Hilal dedi ki...

ne güzle bir bakış açısı bu Banu. çok duygulandım..

15 Ekim 2010 13:42
k.i.s.d. dedi ki...

Eline sağlık... Özellikle son kısmı ah evet ya evet diyerek okudum, farkında olmadan özlediklerim... Ne güzel yakalamışsın arkadaşım, yazmaya devam!

15 Ekim 2010 13:59
Banu Özçelik dedi ki...

herkese çok teşekkürler. :)

17 Ekim 2010 10:20
PINAR dedi ki...

ne guzel ifade ediyorsun duygularini, tane tane...yazdiklarini henuz bicimsel olarak degerlendirebiliyorum, herhalde 4 ay sonra icerik olarak da benimseyecegim, gerci okurken gozlerim doldu bile simdiden:) yazmaya devam et lutfen, gerci senden sozel ve gozlemsel olarak ogrenme sansim var-super!onumuzdeki 2 yil cekirgen olmak istiyorum sensei.

8 Kasım 2010 00:13
Nihan dedi ki...

nefis bi yazi olmus Banusss

29 Aralık 2010 22:28