Nasıl Bir Dünya?

Yazarlarımız

Hangi Konularda Yazdık?

Kim Ne Yazdı?

Sayfalar

6 Ocak 2010 Çarşamba

Kiboş Hanım...

Bugün sizlere 79 yaşında bir anneden bahsetmek istiyorum. Kendisi eşimin anneannesi oluyor. Aşağıdaki bilgileri kendisiyle zaman içinde yaptığımız konuşmalardan ve kayınvalidemden aldığım bilgilerle derleyebildim. Maalesef Kiboş hanımı ziyaret edecek vaktim olamadı bu yazı nedeniyle..

Yaşadığı koşullar itibariyle pek de bize benzemeyen, ama temel insani yanlarına bakıldığında aynen bizim gibi bir kadın Kiboş Hanım.. Şaşırtıcı derecede pozitif, sağlam ve güçlü bir karakter benim gözlemlediğim kadarıyla..

Hayatı boyunca tam 15 kez hamile kalmış, 11 çocuk doğurmuş, halen 10 tanesi hayattalar.. Gürcistan’dan Ardahan’a göç etmiş kökleri, bunun için sanırım günlük konuşma dillerinde çokça Gürcüce ve Rusça kelime mevcut. Kendisini Ardahanlı olarak görüyor ve bununla gurur duyuyor.

15 yaşında kendi isteği ile amcasının oğluna kaçmış ve kaçan kız mutlu olmaz diyenlere inat çok mutlu olmuş.. Eşi köy enstitüsü mezunu bir öğretmen, emekli olduktan sonra da yaşadıkları yerdeki Halk Eğim Müdürlünü yapmış, çevresinde hep parmakla gösterilen aydın, dürüst ve bilge bir insanmış..

Hayatları boyunca doğum kontrolü nedir hiç bilmemişler, ilk çocukları doğduktan 3 ay sonra “hastalıktan” ölüvermiş.. Birgün yıkayıp kundak yapmışlar bebeği, uyutmuşlar, sonra bir bakmışlar ki ölmüş..

Sonrasında 10 doğum ve aralarda 4 düşük yapmış.. Tüm bunlar ev şartlarında ve herhangi bir eğitimleri olmayan köy ebelerinin yardımıyla olmuş..

Doğum yaptıktan sonra lohusalık nedir hiç bilmezlermiş.. Bebeklerini kucaklarına aldıktan sonra 1 gün yatarak dinlenirlermiş, çok kanamaları varsa en fazla iki günmüş dinlenme hakları.. Sonrasında doğum yapan her yöre kadını gibi “belini burkunu möhkem bağlayıp” (yani sıkı sıkı giyinip) işe koşarlarmış..

Güzelliğini anlata anlata bitiremediği evleri oldukça kalabalıkmış hep. Bir kere eşinin babası ve annesi de onlarla yaşarmış. Ayrıca genç yaşta kaybettileri iki kaynının toplam 5 çocuğuna da evlenene kadar onlar bakmışlar.. Yani toplam 19 nüfuslu bir aileden bahsediyoruz ki bunlardan 15 tanesi çocuk….

Haliyle ne evdeki ne de tarladaki işler bitmezmiş hiç, evlerinde onlara çalışan 6-7 hizmetkarları da varmış ayrıca, hep beraber yine de bitmezmiş iş güç..

Bebekler doğduktan sonra göbek bağlarını jiletle yada sıradan bir makasla o da yoksa koyunları kırptıkları paslı makaslarla keserlemiş köy ebeleri.. Paslı makastan tetanoz hastalığı kapmasınlar diye doğumdan önce kullanacakları makası köze yatırır “pasını yakarlarmış”..

Sağ salim doğan bebeklerini hemen emzirirlermiş, ama 3 ay sonra anneannenin bir göğsündeki süt kesilir, tek göğsünden gelen sütle emzirmeye devam edermiş.. Taa ki yeniden hamile kalıp, doğumuna 3 ay kalana kadar.. O zaman anne sütü “acılaşırmış”. Bu nedenle de ortalama 2-2,5 yaşındaki çocuk kendiliğinden bırakırmış emmeyi.. Zaten arada sütleri kesilse bile evlerinde büyük baş hayvan olduğu için “şanslılarmış”, bebeği sütle, şekerle birlikte çiğnenmiş ekmekle, evde ne pişiyorsa artık yemeğin suyuyla beslerlermiş.. Alerji falan hiç olmazmış bebeklerde.. Büyüyüp serpilirlemiş..

Bebeklerin altını çok kısa sürelerle bezlerlermiş.. O zaman tabi hazır bez ne gezer, istenince bol bol alınacak kadar bez bile yok.. Kısıtlı imkanlarla her bebek 3-5 bezle büyürmüş.. Sürülmüş tarlaların yan tarafındaki siyah toprağı alıp eve getirip, ince elekten elerlermiş. Elenmiş bu toprağı sobanın altına verip iyice pişirler, bebeklerinin altını bağlarken bezin üzerine bu siyah topraktan serperlermiş..

Bebeklerini kucaklarına aldıktan sonraki en önemli düşünceleri, işe güce giderken onu kime bırakacakları sorunu imiş. Niye yanınıza alıp tarlaya gitmiyorsunuz diye sordum, tarlada börtü böcek olurmuş, yılan olurmuş, koruyamazlarmış yavruyu.. Mecburen evdeki büyük çocuklara bırakıp giderlermiş tarlaya..

En büyük kızları hariç hepsini okutmuşlar, diğer çocukları lise veya üniversite mezunu, biri mimar, ikisi öğretmen, biri esnaf, diğerleri de devlet memuru şu anda..

En küçük çocukları 6,5 yaşında iken eşini kaybetmiş anneanne.. Eşini kaybettikten sonra evlenmemiş 3 kızı ile birlikte köyde kalmış, diğer çocukları evlenip, iş kurup ayrılmışlar köyden.. Sonra İstanbul’daki öğretmen oğlu ve öğretmen gelini şehir şartlarında iki küçük çocuklarına bakamaz durumda iken annelerini çağırmışlar İstanbul’a.. Anneanne satmış savmış evi barkı, almış kızlarını da yanına göçmüş İstanbul’a..

O gün bugündür öğretmen olan oğlu ve geliniyle beraber yaşıyor.. Torunlarını gözünden sakınıyor.. En küçük kızı da bekar, hep birlikteler.. Hala evin tüm yemeklerini o yapıyor, temizlik ve ütü hariç tüm işleri o yapıyor.. Diyor ki kendi evlatlarına torunlarına yemeği elleriyle vermezse doymuyorlar sanıyormuş…

Şimdiki annelere ise tek tavsiyesi çocuklarına karşı sabırlı olmaları, onlara bağırmamaları ve şiddet kullanmamaları yönünde oluyor..

Şimdilerde torunlarının çocuklarını seviyor Kiboş hanım..Evlatlarım, torunlarım her şeyim onlar benim diyor…
--Filiz Morkoç--

8 yorum:

a.c dedi ki...

Tek kelimeyle Fantastik! Şimdi bize inanılmaz geliyor. Gözlerimi dört açarak bir çırpıda heyecanla okudum.

6 Ocak 2010 10:39
Adsız dedi ki...

ama 28 haftalık hamile ağlatılmaz günaha girersin :)))

harika bir kadın ve sende sanırım onun torunusun, olmasan da tanıdığın için şanslısın...

6 Ocak 2010 11:24
Deniz dedi ki...

Helal olsun Kiboş Hanım'a:)
Sağlığı hem akıl, hem beden iyi mi????


Bu arada ellerine sağlık, çok keyifli olmuş.

6 Ocak 2010 11:31
Filiz Morkoç dedi ki...

* Hilal, gerçekten öyle sanki başka bir gezegenden gibi değil mi?
* DMR'in annesi, Birbenin de dediği gibi birbirimizin kalbine dokunmak için buradayız değil mi? Ben torunu ile evliyim ve çokkk şanslıyım.
* Deniz, onlardan öğrenecek çok şeyimiz ve yeterki sağlıklı olsunlar..

6 Ocak 2010 13:06
OiP dedi ki...

Müthiş bir yazı... Film gibi bir yaşam. Eline sağlık:)

6 Ocak 2010 13:55
Unknown dedi ki...

Off ki ne offf. Nasıl zor ve bir o kadar ibret alınası bir hayattır bu yaaa. Bence daha da çok dinle onu, neler yaşamış hep anlatsın, sen de hep yaz buraya, biz de okuyalım ibret alarak...

Eline sağlık...

6 Ocak 2010 21:41
Girno dedi ki...

Çok güzel olmuş, bayıldım, anneanneme benziyor, onunda benzer bir hikayesi var, "belini burkunu möhkem bağlama" meselesine bayıldım, anneannemden çok duymuşumdur, o da sarıkamışlı :)

7 Ocak 2010 21:23
Filiz Morkoç dedi ki...

Sevgili OİP, dağlar kızı ve girno, teşekkrüler..

Örnek almalı daha mutlu olmalıyız aslında değil mi?

11 Ocak 2010 16:21