6 Nisan 2010 Salı
acilde bir minik burun
Yaşadığım en korkunç gündü.
Aslında güzel bir gün olarak başlamıştı, hava sıcacıktı, hiçbir sorun yoktu.
Aslında güzel bir gün olarak başlamıştı, hava sıcacıktı, hiçbir sorun yoktu.
Herşey öğle uykusundan kalkan Ada'yı parka çıkarmamızla başladı.
Ada, köpeğimiz Efe'yle koştu eğlendi. Parkta tanıştığı ağabeylerle oynadı.
Ve eve dönüş vakti geldi.
Ada'ya artık eve dönmemiz gerektiğini söyleyip kucağıma aldım. Parktan ayrılmak istemeyen Ada, o küçüçük ayağıyla tekme attı bana. Tekme, dizime geldi, ben de dengemi yitirdim. 40-50 santimetre yükseklikten kaldırıma düştük birlikte. O yüzüstü, ben dizlerimin üstüne...
Dehşet, Ada'yı kucağıma alıp yüzünü görünce başladı.
Ağzı, burnu kan içindeydi. Dış dünyayla bağlantımı yitirdim o an. Sesler, görüntüler herşey silindi gitti.
Beynim o kadar hızlı çalışıp olasılıklar üretiyordu ki nefes alamıyordum: Dişi kırıldı, burnu kırıldı, damağı yaralandı v.b...
Sonunda harekete geçebildim bir biçimde. Çantamdaki su şişesini çıkarıp Ada'nın ağzını yıkadım. Dişleri kırılmamıştı. Ama burnu, korkunç bir biçimde morarmıştı. Ada'yı kapıp koşmaya başladım. Parkın yakınlarındaki küçük bir özel hastaneye doğru. Astım yüzünden ciğerlerim yanıyordu, nefes alamıyordum ama ona rağmen koştum.
Artık ne haldeysem güvenlik görevlisi dehşet içinde açtı kapıyı, hastanenin acil kısmı olmadığını söyledi. Arkamdan koşan eşimi, ancak o zaman hatırladım. Annemleri ara diyebildim sadece. Telefona çıkan kardeşime de yetişin dediğimi hatırlıyorum.
İnsanın yetişin diyebileceği yakınlarının olması ne kadar önemli bir şey. Annem, babam, kardeşim, beş dakika içinde uçarak geldiler.
İkisi de doktor olan babamla kardeşim, kontrol ettiler Ada'yı. Önemli birşey yok ama yine de bir burun filmi çektirmekte yarar var dediler.
Düştük yine yollara.
Gittiğimiz ilk hastanede Pazar günü olduğu için çocuk cerrahı yoktu, sonra bir üniversite hastanesine gittik. Kontrol ettiler Ada'nın minik burnunu, ağzını. Sonra yatırdılar Ada'yı bir masaya. Yüzünün çevresini sarıp sarmalayıp hareketsiz kalacak şekilde tutun dediler. Röntgeni çekildi o minik burnun.
Canının acısı hafifleyen minik kuzu, şaşkın şaşkın seyretti çevreyi, diğer çocukları.
Ertesi gün burnu, mosmor oldu, sonra yavaş yavaş düzeldi.
Olayla ilgili yorum bile yaptı:
Anne: Nasıl düştün sen Adacığım?
Ada: Oppaaa
Anne: Neren acıdı?
Ada: Munum
Hani her travma bir iz bırakır derler ya. Ada'nın burnunda şükürler olsun ki iz kalmadı, ama bende bıraktığı iz dehşetli oldu.
9 Ağustos 2009, yaşadığım en korkunç gündü. Anne olmanın ne demek olduğunu ben o gün anladım.
7 yorum:
Bugün burayı okumaktan boğazımda yumruyla gezdim hep.
6 Nisan 2010 16:40Ada'yı kucağına alıp o şekilde görünce yaşadığın duyguları tahmin bile edemiyorum. Nasıl zordur..
Çok şükür birşey yokmuş.
En zoru bu olsun inşallah..
Allah korusun hepsini.
6 Nisan 2010 17:16Kendim yaşamış kadar canlı hissettim yaşadıklarını.
Geçmiş olsun tekrar...
bu haftayı böyle nasıl bitireceğiz yaa
6 Nisan 2010 17:28bu yazıları okumak çok canımı yaktı benim:(
çok geçmiş olsun, çook
Çok geçmiş olsun. Kıyamam ben onlara...
6 Nisan 2010 22:28soluksuz okudum.çok çok geçmiş olsun.kıyamam onun küçük burnuna.
7 Nisan 2010 00:17Herkese cok tesekkurler. Umarim hepimizin cocukları, asla boyle seyler yasamadan saglikla mutlulukla buyur. Herkese, ozellikle de miniklere kucak dolusu sevgiler.
7 Nisan 2010 20:17Mununu sevsinler senin emi. şükür ki bişeyciğiniz yok.hakketten bu haftanın yazısı bi hoş yaptı benide ama hayatın gerçeklerindende kaçılmıyor.
7 Nisan 2010 22:46çok öpüyorum o küçük munu
Yorum Gönder