Nasıl Bir Dünya?

Yazarlarımız

Hangi Konularda Yazdık?

Kim Ne Yazdı?

Sayfalar

9 Mart 2010 Salı

Cennet neden analarin ayaklarinin dibindedir?

Elif Şafak
Zamanla yarışan kadınlar
16.11.2009

Yap-boz 'puzzle' gibi bazı kadınların hayatı.
Parçalar bir bütüne tamamlanıyor elbet ama parçalı kalm
a hali hiç değişmiyor.
Bazen kendimi aynı anda havada sekiz top çevirmeye çalışan bir akrobat gibi hissediyorum.
Öyle zamanlar oluyor ki toplar uyum içinde dönüyor, mu
azzam bir dengede, ahenkle.
"Vay be," diyorum kendi kendime, "aynı anda ne çok iş yapabiliyorum".
Öyle zamanlar oluyor ki bütün toplar sözleşmiş gibi çıkıyor yörüngeden, hepsi paldır küldür kafama iniyor.
Hiçbir şey beceremiyorum. Hiçbir şeyi tam yapamıyorum.


........
Aynı anda birden fazla yere yetişme, birden fazla insan olma hallerini erkekler tam olarak bilmiyor.
Kadınlara has bir meziyet bu. Hem meziyet hem eziyet.
En çok kadınlar bölünüyor. İş, ev, aile, birey, toplum... arasında.
Kadın, çok kazanan bir i ş kadını da olsa, daha m
ütevazı şartlarda yaşayan bir memur da olsa aynı bölünmüşlük duygusunu taşıyor içinde. İşteyken aklımız evde, evdeyken aklımız işte.
Sofraya konan yemeğin kalitesinden, dolapta diyet kola olup olmamasından kendimizi sorumlu tutuyoruz.
Kadınlık karnelerimiz ellerimizde, habire kendimiz
e not veriyoruz.
Üstelik notumuz da kıt. "Evi çekip çevirme: Orta. Temizlik ve Titizlik: Orta. Düzenli ve Planlama Olma: Kırık."



Bu maili bir arkadaşımdan almıştım bir kaç hafta önce. Her şeye yetişmek isteyip yetişemediğimi birazda yakındığım bir dönemi anlatmıştım ona, tam da durumumu anlatmış deyip yazıyı okurken, benim gibi olan kadınların günümüzde giderek çoğaldığına şahit olarak biraz iç rahatlamasıyla biraz da Nereye kadar peki? diyerek kalkmıştım bilgisayarımın başından eve geç kalmamak en azından kızıma akşam yemeğini kendim yedireyim düsüncesiyle üniversiteden alelacele çıkarken...

O kadar alışmışım ki bu tempoya belki biri beni durdu
rsa ve elimdeki onca işi alsa kalıvereceğim öylece, ne yapacağını bilemeden ortalarda. Yirmisekiz senelik ömrümün yirmibir senesi okuyarak gecm(ekte)is. Kücüklügümden kendi gibi olmamı isteyen babamdan duyduğum "üniversite okuyacak kızım, kendi ekmeğini kendisi kazanacak,kendi ayakları üzerinde durmasını bilecek" cümlesi hiç ama hiç bırakmadı peşimi. Oysa benim babam, annemin çalışmasına karşı çıkan insanken çağın getirdiği zorunluluklar karşısında belkide kendi zamanında ekmeğin aslanın ağzındayken sonraları mideye inisinden kaynaklı bir inanışla beni bu şekilde yönlendirmişti. Ataerkil bir toplum yapımız var. Kadın ne kadar başarılı olursa olsun bir yerde yaptığı bir hatadan veya diğerlerine farklı gelen bir cümle sarf ettiğinden hemen "nede olsa bir eksik etek" şekline dönüsüvermiş oluyor. Aynı hatayı bir erkek yapınca hayat kaldığı yerden devam ediyor herhangi bir etiketlenmeye maruz kalmadan.

Avrupada durumun farklı olduğunu düsündüm hep, oysa durum buradada öyle parlak değilmis. Örneğin aynı statüde ki erkek ve kadın arasında kadın daha az kazanıyor. Evlilik ve çocuk gibi durumlarda daha sık izin kullanacağı için. Erkek daha önce terfi şansına sahip. Bunun yani sıra kadınların haklarını koruyan pek çok kanunda var elbette. Kadın korunmasız değil. Yine buraya ilk geldiğim senelerde duymuştum "ev erkeği" sıfatın
ı. Ev geçindirmeyi eline kadın almıştır böyle evlerde. Son yıllarda annelik izni olduğu kadar babalık iznide var artık işyerlerinde ve gittikçe sık kullanılır hale geliyor. Kadının yerinin mutfak olduğunu savunan Ataerkil toplumdan gelen erkeklerin böyle bir durumu bizim ülkemizde nasıl karşılayacağını merak ederdim doğrusu.

Ben kücükken belediye otobüsünü süren kadın pek yokken şimdilerde görüyorum böyle şöförleri. Kadınlar hayatın her alanında gün geçtikçe
erkek mesleklerinde boy gösterir hale gelirken evdeki erkeği de tembelleştirmeye alıştığımızdan gittikçe üzerimize binen sorumlulukların ağırlığından artık koltuk altlarımızdaki karpuzların fazlalığından jonglörlük yapar hale geldik. Günümüzde kadın toplumda daha fazla yer kaplarken sanki biraz daha az kadın artık.

Bunun yani sıra hala içim yanarak okuduğum ücüncü sayfa haberleri de var elbet. Töre cinayetlerine kurban giden minicik kızlar, okula gönderilmeyen önün yerine daha çocuk denecek yaşta evlendirilip tecavüzün adının kanunen yasallaştirdiği durumlarda var. Çoğu erkeğin hala karışına verdiği haklar karşısında kadının bunun kendine bahsedilmiş bir lütuf zannederek anlayışlı kocasıyla mutlu bir evliliğim var şekline getirmesi içimi bir o kadar sıkıştırsa da yapılabilecek en iyi seyin kız çocuklarını bilinçlendirmeden geçtiğini düsünüyorum.

Üniversiteyi ilk kazandığım seneydi ve babamın beni göndermek istemediği bir şehire okumaya gitmiştim. Tutucu şehir derdi babam, yapamazsın sen orada. Bana sunduğu alternatiflere burun kıvırarak belki de ona baş kaldırarak zaferimi kazanmış olarak gidip yerleşmiştim o şehre. İlk bir ay pek bir şey anlamadım. Pazardaki bir teyzeyle pazarlik ederken ögrenci fiyati olmaz mi dememin üzerine bana verdigi cevabi hic unutmayacagim " Okuyan kiz mi olurmus, buralar da öyle kizlara ...... derler! " Yasadigim baska olarlarla da verdim kararimi olmaz burda, bu sehirde. Bu zihniyetle.

İki farklı dünya var gördügüm. Bir tarafta zamansız, zamanla yarışan, anne, iş kadıni, ev hanımı ve aynı zamanda eş olmaya çalışan kadınlar. Diğer tarafta ezilen, değeri erkek çocuklarının yanında sıfır olan, her türlü kötü tacize maruz kalan kadınlar...

Zamanla değişeceğini umduğum kadınlara hakettikleri değeri veren bir gelecek olacak bir gün elbet. O güne kadar kendinize iyi bakın hanımlar...

1 yorum:

Deniz dedi ki...

Evet kendimize iyi bakmalıyız gerçekten, çünkü ancak biz kendimize güvenir, içimizdeki gücü kullanırsak hak ettiğimiz kadınlığı yaşayabiliriz. Eline sağlık

9 Mart 2010 13:24