31 Ağustos 2010 Salı
Lohusalık mı ? O da geçer ya hu!
Yoğun ve derin bir hüzün... Lohusalığın bana hissettirdiği buydu. Çok zor geçmiş ve çok yormuş bir doğumun ardından doğru düzgün uyuyamadan eve dönmüşüz ve ondan sonra yapayalnız bir şekilde annelik hikayemi yazmaya başlamışım. Neden yalnızım ki? Çünkü annem gelmemiş, beni yine yalnız bırakmış ve bununla başa çıkabileceğime inancının tam olduğunu söylemiş. Eşim çok yoğun, eve gece 3ten önce gelmiyor ve ben evde eşimin annesiyle yalnızım. O ise zaten 11e kadar uyuyor, uyanıyor, aheste revan yemek yapıp yürüyüşe çıkıyor. Akşam dizi seyrediyor. Komşuların dedikodusunu yapmaya çalışıyor benimle, konuyu kapatıyorum hep. Aynı dili konuşmuyor, aynı biçimde düşünmüyoruz ve dahası batıl inançlarıyla beni öldürüyor farkında olmadan.
Sıkıntıdan ölüyorum. Yalnızlıktan ölüyorum. Balkona çıkıyorum bebeğim uyuyunca, elimde koca bir fincan rezene çayıyla... Gelip geçen anneleri, baharın muhteşem çiçeklerini, yeşillenen dalları izliyorum. Baktığım manzara yemyeşil bir bahar ama ben sarı sonbahar görüyorum heryerde. Bu ruh halinden kurtulmak için çabalıyorum, ne yapacağımı bilmiyorum lakin, anlamıyor sanki kimse. Eşim işe gitmesin istiyorum, annem gelsin istiyorum. İstediklerim olmuyor, çok aciz hissediyorum kendimi hayatımda ilk defa. Çok çok aciz, çok zavallı!
Bu sanki içimdeki bir parçadan bedenen ayrılmış olmanın yası gibi... Bir yandan da sanki geçmiş acılarımın tamamını aynı anda yaşıyormuşum gibi bir siyah zaman zaman. Neşelenemiyorum çünkü garip bir kaygı, bir endişe hali var her anımda. Tutsak gibiyim. Mengene gibi sıkıyor ruhumu bir şeyler. Oysa ki en mutlu anım bu olmalı değil miydi? Oysa ki anne olunca dünyanın en mutlu insanı olunmuyor muydu hani? Hani???
İnsanlığın en doğal halini yaşamışım aslında. Şimdi dönüp bakınca o halin normalliğini kabul etmek en doğal ve kolay süreci başlatacakmış diyorum. Olumlu duyguları kucaklarcasına kabul ediyorken olumsuz duyguların da bir parçamız olduğunu, zıtların birbirleriyle var olduğunu ve insanı insan yapanın bütün bu duygu terkibi olduğunu kabullenmek kolay olmuyor. Olumsuz şeylerden kaçıyoruz, neden? Acısız, zahmetsiz yaşanmıyor ki dünya burası. Diyorum ve eski yaralar iyileşiyor.
Anne olmanın bu ikinci durağında olgunlaşmak için geçirilen bir dönüşüm, bir metamorfoz gibi lohusalık. Tırtılın etrafında ördüğü kozadan çıkışı doğum ise, kanatlarını açıp uçuşu da lohusalık olabilir mi? Bu yeni ruh ve vücut haline alışmak zaman alıyor. Bu sıkıntılı dönem aslında çok güzel bir baharın öncesindeki kara kışa benziyor. Güneşin açacağını haber veriyor. En güzel kelime, hayata dair belki de “geçecek” deyip bekleyince herşey geçiyor.
Duygusal boyutunu bir kenarda bırakalım şimdi.
Yine de öncesinde, yani doğumdan önce anne adayı bu süreç hakkında bilgilenip etrafını da bilgilendirmeli bence. Eşini , arkadaşlarını, ailesini... Mümkünse doğumdan sonra 4-5 günde bir sevdiği bir kaç arkadaş kısaca uğramalı uygun vakitlerde. Lohusa anneyi rahatlatmalı, ona sıcak içecek yapmalı, evhamlarını yatıştırmalı.
Öcülü bacıları uzak tutmalı ayrıca. “Şunu yapma şu olur”cuları evden çıkarmalı bir kere. Cin çarpar diyene felak nas terkibiyle cevap vermeli. İğne batırılmış soğan ile bebeği ve anneyi korumak gerektiğini düşünen dar fikirli kişilere Allah’ın koruyuculuğunu hatırlatılmalı.
Sabah uyanınca kahvaltısı hazır olmalı lohusanın. Bu bebe milleti yoksa aç bırakır adamı öğlene ve belki akşama kadar. Gerekirse eş fedakarlık yapmalı uykusundan, olmuyorsa akşamdan bir tabak hazırlamalı eşine, evde kalan başka biri varsa 11e kadar uyumamalı.
Sonra, uyanınca pijamalarından kurtulmalı lohusa. Doğumdan önce emzirmeye müsait, ferah ve ifil ifil bir kaç neşeli ev kıyafeti almak lazım bu yüzden. Pijamaların verdiği hastalık hissinden uyanır uyanmaz sıyrılmak lazım.
Sonraaa, rahat olmaya çalışmalı yeni anne. Sürekli endişe, yetersizlik ve stres halinden kurtulmak için rahat olmak lazım. Sakinleştirici müziğin CDsi doğumdan önce yerini alsa iyi olabilir. Kaygı hali geldiğinde derin bir nefes alıp olduğu kadar başa çıkabilse yeteceğini, mükemmel olmak zorunda olmadığını hatırlamalı anne. Hatta bunu yazıp da duvarlara assa yeridir, “mükemmel olmak zorunda değilim” diye. Çünkü bebeğin ihtiyaç duyduğu şey “mükemmel anne” değil, “mutlu ve rahat annedir”. Ne olursa olsun olduğu kadar durumu idare etmek yeter aslında.
Zamanın birinde bir hükümdar bilginlerine demiş: Bana öyle bir söz söyleyin ki mutluyken hatırladığımda hüzünleneyim, hüzünlüyken hatırladığımda mutlu olayım. Bilginler cevap vermiş “Bu da geçer ya hu!”
Her halin özeti bu: Bu da geçer ya hu!
4 yorum:
çok güzel yazmışın kisd kardeş:) eline sağlık. biri durup da demiyor ki bu da geçer diye. sen de sanıyorsun ki ömrübillah sürecek bu delilik!:)) zor zamanlar, Allah yaşayana yardım etsin, bir yakınımız yaşarsa tam destek olmayı da bize nasip etsin diyerek güzel dileklerimi iletirim:)
1 Eylül 2010 01:40arkadaşım doğum yaptı beridir, senin öğütlerini tutar buluyorum kendimi. sen emzirirsin, sen güzelsin, bebek şahane, hadi kalk çıkalım, hadi gezelim, bize gidelim, yok bebeği ver ben bakayım sen 2 lokma ye, hadi sütünü sağalım.....bunların pozitif etkisi gerçekten çok fazla.
1 Eylül 2010 08:58doğum sonrası kontrolde hemşire sormuştu, kendini depresyonda hissediyor musun diye. "yok canım" demiştim. ne alaka depresyon. hissettiklerim tam da işte anlattıkların gibiydi kisd, ben her ne kadar o zaman kendime bile bunu itiraf edemesem de...
1 Eylül 2010 09:37Sevgili Anne Cafe, Yelizim ve Hilal... Aynı duyguları paylaştık hep, bunları aktarmak benim hülyam. Beğendiğinize çok sevindim. Umarım sonradan gelenler için hayat daha kolay olur.
3 Eylül 2010 16:30Anne cafem, evet ya geçecek diyenler tek ümit şeysiydi.
Yelizim ikinci lohusalığım olursa şayet sana yakın olmak istiyorum :)
Hilal, ben de doğum sonrasında kendimi depresyonda değilim, yoksa, öyle miyim ki? diye ikna etmeye çabalıyordum :)
Yorum Gönder