19 Şubat 2010 Cuma
Çekirdek mi, kalabalık mı?
Dört kişilik bir çekirdek ailede büyüdüm: annem, babam, ben, kız kardeşim. Ama ‘genişletilmiş’ ailem çok kalabalıktı. Anne tarafım üç kız kardeş, ikisinin iki, birinin üç çocuğu var. Baba tarafım ise altı kardeş, biri hariç her birinin iki çocuğu var.
Anne tarafımda en küçükler bizlerdik, dolayısıyla zaten çoğu kız olan kuzenlerim büyürken bize ablalık yaptılar. Baba tarafımda ise durum tam tersiydi – benden sonra bir-iki yaş arayla toplam 10 kuzendik. Ne eğlenirdik!
Çok faydasını gördüm çoluk, çocuk, cümbür cemaat büyümenin. Hoş, aynısını yetişkinlere sormak lazım, o kadar gürültüye ve yaşları yakın onca çocuğa nasıl tahammül edebildikleri gerçekten merak konusu…
Deniz’e hamile kaldığımızda Amerika’da yaşıyorduk. Planımız daha uzunca bir süre, en azından ikinci çocuğumuzu yapıp her ikisini de okul çağına getirene kadar orada kalmaktı. Ancak planlar değişti, iş gereği Türkiye’ye dönmemiz gerekince dönüşümüzü birkaç sene erkene aldık, iyi de yaptık.
Benim tarafımın ilk, Deniz’in Babası’nın ise ikinci ama Türkiye’deki tek torunu olarak çok sevildi Deniz. Şımartıldı da tabii, ama şımarık bir çocuk olmadı.
Ben de çok faydasını gördüm etrafımda kız kardeşim, annem, halam, kayınvalidem olmasının. Özellikle de evde olduğum için, bunaldığımda yer yer oğlumu anneannesine, babaannesine bırakıp gözüm arkada kalmadan çıkabilmenin özgürlüğünü yaşadım.
Kalabalık ailemin yakınımda olmasının en büyük avantajını ise benim hamile kaldığım, üstüne domuz gribi olduğum, Deniz’in bronşit, bronşiyolit, sinuzit, laringo traccheit bronşit, ve daha kim bilir adı ne olan, piyasada dolaşan her türlü mikrop ve de zirzobu eve getirdiği bu kış gördüm. İkimizden biri hastalanıp yataklara düştükçe, ya ben hamile halimle onun hastalığıyla ilgilenemeyeceğim için, ya da kendi hastalığımdan ona bakamayacağım için annemlerin evine taşındım. Orada kapanın elinde kaldı Deniz. Anneannesi yedirdi, halası oynattı, teyzesi kitap okudu, diğer halası yıkadı derken ben rahat rahat iyileşmeye çalıştım. Ya da, o hastalanıp da huysuzluktan benim canıma okuduğu zamanlarda birileri araya girip “Sen biraz çekil bakayım, bırak bana çocuğu” deyince “Alın, sizin olsun” diyebilmenin rahatlığını kullandım.
Amerika’dan dönüp de annemlerin karşı sokağına yerleştiğimiz ilk zamanlarda bu yakınlığın da faydasını gördük. Hatta biraz fazla gördük: bizim evde yemek pişmiyor, günde iki öğün yemeğimiz annemin ev ve yöresel yemekleri yapan kafesinden geliyordu. İlk bakışta bu çok büyük bir avantajmış gibi görünse de (hele de benim gibi yemek yapmayı sevmeyen birisi için), bir noktadan sonra ocağında yemek pişmeyen ev, ev olmaktan çıkıyor.
Ayrıca evlenir evlenmez aileleriyle arasına okyanus girmiş ve iki kişi yaşamaya alışmış bir çift olarak kendi kendimize kalınca daha mutlu olduğumuzu gördük. Bütün bunları göz önüne alınca aynı şehirde, ama şehrin öbür ucuna taşındık. Bu kararımızdan hiç hoşlanmayan halamın deyişiyle “göç ettik.”
Kalabalık aile çok güzel bir şey, çocuk için de mutlaka çok faydalı. Ancak nerede çokluk, orada ‘hoşnutsuzluk’ deyişinin de doğruluk payı var. Kalabalıkta çocuğu disipline etmek çok daha zor oluyor. Çocuğunuz sizin sınırlarınızı çok daha fazla zorluyor. Anneanneler, babaanneler “Aman canım sen de… Ne var yani bir gün televizyon karşısında yese” deyince, ya da “Ağlatma çocuğu, ne istiyorsa ver işte” diye üstelik de çocuğunuzun önünde size müdahale ettikçe kurmaya çalıştığınız otorite figürü çok zorlanıyor. Sizin onlara gıcık olma katsayınızın artması da cabası…
Sanırım en ideali –bizim yaptığımız gibi- ailenizle aynı şehirde, uzak mesafelerde oturmak. Böylece kendi kendinize yetmeyi öğrenmek zorunda kalıyorsunuz. Diğer türlü nasıl olsa birileri yardım edecek diye kontrolü elden bırakıyorsunuz.
Aile önemli… Hem de çok önemli… Keşke herkes bizim gibi kalabalık ailelerde büyüyebilse… Ne çok çocuk var, büyüklerini sadece bayramlarda görüyor, onları MSN ya da Skype’tan tanımak zorunda kalıyor. Ama günümüz şartları da çoğunlukla bunu gerektiriyor. Kimin yarın öbür gün nerelerde olacağının ne garantisi var?
4 yorum:
Ne kadar guzel yazmissin Elif, ozellikle su 'Kalabalik aile cok guzel birsey" diye baslayan paragraf tam benim korkularimi ifade ediyor. Yani turkiyeye donersek neler olacak? aha iste cevabi:)) ama dedigin cok dogru surekli ic ice olmazsan bir sorun olmaz diye umuyorum:) Hastalik durumlarinda aileden yardim almak ne kadar guzel olurdu, biz burda yalniziz, Derin hasta olunca ya ben kaliyorum evde ya da esim...yakinlarda aile olsa tabiiki cok buyuk avantaj olurdu...diyorum ya burda cok uzagiz Elif, ya insan diyor oglum biraz da kalabalik gorsun...oyle degil mi? Mesafe cok, 2 saatlik yer degilki...Derin insani cok seviyor, eve arkadaslarimiz gelince deliriyor resmen, onlarla oynuyor, konusuyor, bir gorsen...
19 Şubat 2010 19:49Ben de dolmusum biraz galiba:)) sagol duygularima tercuman oldugun icin:) Sevgiler...
Alin bizden de o kadar. Skype cocugu oldu bizimki de, bilgisayari gosterip nene, dede diyor :( Simdi bile gozlerim doldu yazarken...
19 Şubat 2010 22:53Eline saglik BlogcuAnne, cok guzel yazmissin! Darisi basimiza!
Kalabalık ailede, kardeşler ve bol kuzenlerle büyüyen birisi olarak çocuğuma kardeş istedik bizde. kimin nereye gideceği kesinlikle belli değil biz 3 kardeş ve annemler ayrı şehirlerdeyiz ama uzakta da olsalar destekleriyle her an yanımızdalar
22 Şubat 2010 23:36Teşekkür ederim yorumlarınız için.
25 Şubat 2010 15:55Çocukla Çocuk - "uzakta da olsalar destekleriyle yanımızdalar" insanın içine su serpen bir bakış açısı...
Yorum Gönder