Nasıl Bir Dünya?

Yazarlarımız

Hangi Konularda Yazdık?

Kim Ne Yazdı?

Sayfalar

28 Aralık 2009 Pazartesi

Sokak kızı İrma...


Anne olmaya karar verme sürecinde ilk aklımıza gelenler tabi ki çocuğumuza kimin nerede bakacağı sorunsalı idi.. O sıralar evimizi banka kredisi ile yeni almıştık ve tek maaşla yaşama fikri bizi korkutuyordu açıkçası. İtiraf etmek gerekirse ben kendi içimde evde oturmanın çok da kötü bir fikir olmayacağını düşünmüyor değildim.Bir süre diyordum kendi kendime evde kalabilirim, zevkli olabilir miydi acaba kariyerime ara vermek? Neden olmasın ki üniversiteden döndüğüm yaz çalışmaya başlayan ve hiç ara vermeyen ben elbetteki kariyerime ara verebilirdim. Sonuçta bebeğimizi sürekli yanında olarak, her anına şahit olarak yetiştirmek çok heyecan verici bir fikirdi.


Bu arada eşimle ben evlenince işlerimiz gereği hem kız hem de oğlan tarafını Avrupa yakasında bırakarak Anadolu yakasına taşınan bir çift olarak olaylar bu zaman diliminde yine de lehimize gelişmiş ve eşimin ailesi Anadolu yakasına taşınmışlardı. Yani işe dönünce bebeğimizi güvenli ellere teslim edebilecektik.

Hamileliğim başladığında ise kendi tercihimizle babaannelerin alt katındaki daireyi satın almış ve taşınmıştık, sevdiğim bir işim vardı ve doğumdan sonra kariyerime devam edebilecektim. Ama her zamanki gibi evdeki hesap çarşıya uymayacaktı, henüz bir fikrimiz yoktu o zamanlar.

Şimdi düşünüyoruz eşimle, eğer oğlumuza babaannesi bakamayacak olsaydı o zaman hiç tereddüt etmeden kariyerime kocaman bir virgül koyar ve bakıcı vs. gibi alternatifleri hiç düşünmeden evde kalmayı tercih ederdim. Çünkü İstanbul gibi bir şehirde çocuğumuzu yabancı kimseye emanet edemezdik.Çevremizden o kadar çok kötü bakıcı hikayesi duymuştuk ki, bazen insanın kanını donduracak kadar dehşet verici olan bu hikayeler bizi tamamen soğutmuştu bakıcı alternatifini düşünmekten.

Doğuma 3 hafta kala güle oynaya izne çıktığımda bir daha geri dönemeyeceğimi tabi ki bilmiyordum. Taa ki Ekim 2008 de işe başlamak için gün sayarken Temmuz 2008 sonunda aniden işsiz kalana kadar. Çalıştığım danışmanlık firmasının ana holding ile sözleşmesi fesh edilmiş ve ben kek gibi açıkta kalmıştım.

O sıralar ülkedeki kriz söylemleri iyice ayyuka çıkmış, her zaman olduğu gibi tüm işverenler de bunu kullanarak az elemanla çok iş hayallerine geri kavuşmuşlardı.

O dönem aslında bunun bir fırsat olabileceğini ve evde kalmak ve kariyerime bilinçli olarak ara vermek için bir deneme imkanı olduğunu düşündüm. Hem oğlum da daha çok küçüktü ve onunla daha çok ilgilenmek fikri muhteşemdi o sıralar.

Bu durumun benim açısından ilk başlardaki tek dezavantajı çalışamadığım süre içinde tek maaş ile geçinme fikri idi. Bir de tabi yaptığım iş gereği sektörden çok fazla uzak kalmak teknik olarak geride kalmama ve son teknolojik yeniliklerden yeterinde haberdar olamamama sebep olabilirdi.
Ama o zamanlar henüz hayat pespembe idi, Kınalıada'da annemlerin yazlığında çok güzel bir yaz tatili geçiriyordum, eşim her akşam adaya geliyordu ve o da çok memnundu halinden. Hava güzeldi, deniz kenarındaki bahçemize kurduğumuz salıncakta püfür püfür öğle uykularına yatan kuzum ise hayatından pek memnundu. Sürekli olarak emziriyordum oğlumu ve başkaca bir derdimiz de yoktu.

Taa ki Ramazan ayının gelmesi ile İstanbul'a yani evimize kesin dönüş yapana ve tabir-i caiz ise dört duvar arasına sıkışana kadar.

Artık kış gelmişti, birbirinin kopyası günler ardarda geçiyordu ve ben bazen Pazar akşamı girdiğim evden bütün hafta çıkamıyordum. Havalar nedeniyle günde birkaç kez olan park ziyaretlerimiz de sonlanmıştı. Hayatımdaki tek yenilik oğlumun katı gıdalara başlamış olmasıydı ve bu bile bir süre sonra sıradanlaşmıştı.

Oğlum çokça emen, az uyuyan, gazlı ve sabah en geç 05:30 da uyanan bir beyzade idi.Akşamları yorgunluktan oturduğum koltuktaki son emzirme seansı sonrası sızdığımı çok net hatırlarım.

Artık ev bana dar geliyor ve çalışmak istiyordum, çok ama çok sıkılmıştım, öyle ki gün içinde oğlumu babaanneye bırakıp bir markete gitmek, bir kuaföre gitmek bile nefes almamı sağlamıyordu. Hiç unutmam sabahları 05:30 gibi uyanan oğlum kucağımda gezerken camdan dışarı bakıp, henüz uyanan şehirin tek tük yanmaya başlayan ışıklarına özendiğimi ve dışarıda akıp giden hayattan nasılda koptuğumu düşünüp ağladığımı.. Artık kendime acıma noktasına gelmiştim, psikolojm oldukça bozulmuştu ve bu kesinlikle çocuğuma ve eşime yansıyordu. Onlarla olan iletişimimde ne kadar dikkatli olursam olayım, gergindim, itiraf etmek istemesemde mutsuzdum ve üzülüyordum olanlara.Çevremdekiler ve ailem ise durumun çok net farkında olmasına rağmen elimizden bir şey gelmiyordu, benim yeniden çalışmam lazımdı. Sonunda eşimle konuşup kararımızı verdik, kariyerime geri dönecektim ama gelin görün ki ülkemdeki kriz lafları bitmek bilmediğinden uzunca bir süre iş arayacaktım daha..

Şimdi sakin kafa ile düşününce anlıyorum ki MUTLU ANNE=MUTLU ÇOCUK demekti ve ben kendimi ne kadar iyi hissedersem, çocuğuma da o kadar pozitif davranıp, verimli zamanlar geçirmemizi sağlayabiliyorum. Çocuklarımız rahmimize düştükleri ilk günden itibaren bizim sıkıntılarımızdan, stresimizden nasıl etkileniyorlarsa, doğduktan sonra da aynen etki alanımızda kalıyorlar ve ebeveynlerin içinde bulundukları psikolojik durum onları çok etkiliyor.

Haziran 2009 tarihine geldiğimizde ise bir mucize oldu ve eski patronum beni arayarak yeniden çalışmak için iş teklif etti. Hemen kabul ettim ve evdeki “saltanatımız” 14 ayın sonunda son buldu.

Çalışmaya başladıktan sonra ise ayrı bir dünya vardı beni bekleyen.. Yaşadığım onca vicdan azabına rağmen artık mutluyum, sabah oğlum uyurken evden çıkıp akşam 19:30 dan önce eve gelemiyorum ve çok özlüyorum oğlumu ama dediğim gibi iyiyim ben böyle.

Bazen annemin, kayınvalidemin hayatı ile karşılaştırıyorum hayatımızı ve onlar hiç çalışmadıkları için, bizim düştüğümüz sıkıntılara hiç düşmediler mesela.Onlar için mutluluk dört duvarın arasındaydı ve hep öyle kaldı..

Bu hikayede ise sokak kızı İrma olan benim, kendi tercihim bu, gün boyu maaşlı bir işte çalışmak, bir projeden başka bir projeye koşturmak benim seçimim ve bunu seçmiş olmakla, ailemle, oğlumla, kariyerimle mutluyum ben.

Hani ne diyor Nil şarkısında;
.....
Koysalar önüme bariyer de
Çocuk da yaparım, kariyer de....
.....

---Filiz Morkoç---

2 yorum:

Hülya Cinsçiçekçi dedi ki...

filiz çok samimi yazmışsın. o sabaha karşı hissettiğin boğulma hissini çokça yaşadım ben de. mesele sadece para, kariyer, hırs vs değil. biz alışmamışız evde oturmaya. işsiz kalıp evde oturmak bile bunaltıcı iken bir de çocukla evde kalakalmak çok zor hakkaten.
eline sağlık

28 Aralık 2009 13:44
k.i.s.d. dedi ki...

lohusa hallerini okurken iyi ki lohusalığımı geçirdiğim evde değilim şu anda diye düşündüm. Pek fena... Ah hayat sen ne değişiksin.

28 Aralık 2009 15:30