19 Nisan 2010 Pazartesi
İlimlerin en güzeli
Hani derler ya "anne olunca anlarsın"; aslında artık o sözü "anne olunca alim olursun" diye değiştirmek gerekir. Çünkü, kitaplar ve internet sağolsun, annelerin, çocuk ve bakımı ile ilgili hamilelikten ve hatta öncesinden başlayarak okuduğu materyaller, doktora tezi yazmaya yeterli olacak nitelik ve niceliktedir. O yüzden çoğu anne "ulen, bu kadar okuduk boşa gitmesin, bari bir blog açalım da yazalım, millet de bilgilensin" diyerek blog dünyasına giriş yapar. Ama bilmez ki blog dünyası anneliğin kitabını yazmak üzere olan insanlarla dolup taşmıştır. Acayip bir bilgi akışı vardır burda, referanslar verilir, teoriler üretilir, yazılır çizilir, son araştırmalar takip edilir ve daha neler neler.
Ben üniversitede olasılık teorisi, istatistik çalıştım, böyle hesap yapmadım valla. Örneğin "3 kilo 250 gr. doğan bir bebeğin 6 aylıkken kilosu 6,5, boyu 65 cm ise 7. ayda catwalk yapma olasılığı nedir? Persentil eğrilerine göre 3 boyutu da 75. ve 97. eğrilerin arasında kalan bir çocuğun, 3 boyutlu film çekme ihtimali yüzde kaçtır?" gibi sorulara gözüm kapalı cevap verebilirim; öyle alim oldum yani :)
Ayrıca daha başka neler öğrendim neler; mesela, BPA nelerin içinde vardır, nasıl geçer, biluribin seviyesinin kaç olması gerekir, mekonyum ne demektir [hayır canım, son bulunan elementin adı değil o; "Allahım bebek yerine makine doğurmuş olmalıyım" diye tepki vermenize yol açan, bebeğin zift şeklindeki ilk dışkısının adı, onun bile özel bir adı var, evet :-]. Bir de görenlerin vay be kadına bak, kimya profesörleri gibi konuşuyor dedirteceği fiyakalı kelimeler girdi hayatıma: Omega3, folik asit, amniyosentez, Beta-HcG, bunlardan yalnızca bazıları.
Evet bütün bunları ben anne olunca internetten ve kitaplardan öğrendim. Bir sürü şeyi anne olunca anladım ama bir tek şey dışında, o da kendi bebeğim. Hayır, okuyup araştırıp, bütün gün yavrumu gözlemlediğim yetmiyormuş gibi, bir de akşamları çektiğim binlerce resim ve videoya baktım ama tık yok, nafile, ne yapsam boş ;) Kitapta diyor ki, çocuğunuz şu ayda şu kadar uyur, bu ayda bunu yapar; bizimki ne uyur, ne söyleneni yapar. Başlamaz mı bende bir telaş, bu çocuk normal mi, allahım neydi günahım, günahım neydi allahım diye çevirip çevirip sordum durdum bir süre. Bizim kuşağa özgü bu sanırım, kitapta yazanları ezberleyince bütün problemleri çözecekmişiz gibi geliyor, sanki üniversite sınavına giriyoruz; oysa biraz da iç sesimizi dinlesek, ya da annelerimizi...
Annem doğuma gelmişti, 5,5 ay kaldı yanımızda. Kolay olmadı elbette, çünkü ben sürekli 'ama kitaplar böyle demiyor', o da 'biz sizi kitaplarla mı büyüttük sanki' diyordu. Orta yolu bulmamız vakit aldı. Ama, ben sonuçta yine annemin dediğine geldim, aldım yavrumu koynuma, ona sarılarak uyudum. Fakat başlangıçta çok büyük vicdan azabı duydum, çünkü okuduğum tüm kaynaklarda çocuğun kendi kendine uyuması gerektiği ve bunu öğretmek için geç kalınmaması yazıyordu. Ben ona sarılarak uyumayı çok seviyordum. Belki de hayatımda sadece bir kere böyle bir şansım olacaktı. Ama kitaplar ve internet kaynakları yüzünden içim bir türlü rahat edemiyordu. Ta ki, YavruSu 1 yaşına gelip de bağımsız bir birey olma yolunda ilk adımlarını atana kadar: "Anne sen daha takıl orda ya, bak ben büyüdüm de senin yöntemlerine itiraz bile ediyorum, istersen artık biraz da beni dinle ha?" sinyallerini verene kadar okudum durdum.
Ve sonunda farkettim ki, bizim kuşağa özgü olan başka birşey de apolitiklik; ve anaakım kaynakların bunu sonuna kadar kullanması; çocuklarımızla aramızdaki ilişkiye ince ayar çekmemizi öğütleyen, çocuklarla ilgili herşeyi son derece abartıp sadece çocuk merkezli bir hayat yaşamamıza sebep olan, gündemden, dünyadan son derece kopuk kendi küçük dertlerine gömülmüş bireyler olmamızı destekleyen bir sistem. Şüphesiz mama kullanılıp kullanılmayacağı, bebekle birlikte mi ayrı mı yatılacağı gibi sorunlar da önemli; hatta emzirmek, yıkanabilir çocuk bezi kullanmak kişinin politik tercihlerini de içeriyor ancak bunun ötesinde koskocaman bir dünya ve çok önemli dertler de var (Peters, 2002). Çocuklarımıza emanet edeceğimiz dünyanın gidişatı, bizi en az çocuğumuzun o gün geç yatması, uyuyamaması, vs. kadar endişelendirmeli diye düşünüyorum. Bu konularda okuyup bilgilenmek, tartışmak aslında çocuğumuz için de yapacağımız en güzel şey olacaktır sanırım. Onu, izole bir birey olarak değil, hayatın içerisinde etkin bir birey olarak yetiştirmek, ona bakabileceği, katılabileceği daha geniş bir dünya sunmak, birlikte bu dünyayı, yaşamı güzelleştirmek için çalışmak, birlikte okumak, birlikte öğrenmek, birlikte söylemek, birlikte yazmak... ilimlerin en güzeli hayat ilimini icra etmek, bu anlamda yaşamı ve yaşamayı destekleyenleri dinlemek, ister internetten ister canlı yayından, ister kitaptan ister candan, canandan; ama hep candan olandan, candan yana olandan!
Kaynak:
Peters, C. (2002). Vulgar Bir Çağda Ebeveynlik. http://www.bgst.org/keab/cp20080323.asp
8 yorum:
Evrencim iyi ki aynı gün yazmışız.İki farklı dünyanın iki farklı insanı.Yüzümde kocaman bir tebessüm.Çok güzel anlatmışsın alemi, kalemine sağlık.Bir de kalbine! Dünyaya sağır olmayan güzel kalbine ...
19 Nisan 2010 22:45Sirar, al benden de o kadar; tebessümlerimiz hiç bitmesin umuyorum. Sevgilerimi sunuyorum... :))
19 Nisan 2010 22:53profesyonel bebek bakımı yapan bir arkadaşımın hap gibi sözleri vardır onları hatırladım:
20 Nisan 2010 23:02- her bebek yeni bir dil öğrenmeye benzer, ama öyle ingilizce falan değil. mesela korece, sanskritçe..
işin kötüsü 2.kez anne olunca aynı dili değil, bambaşka bir dili öğreniyorsun :(
- her çocuk farklıdır ama her çocuk aslında aynıdır. hepsi annesiyle uyumak ister, hepsi kırılgandır, naiftir, kendini güvende hissetmek ister. bu yüzden de bilgiler hemen her çocuk için geçerlidir.
işte 2.madde için internetin inanılmaz faydasını gördüm ben. ilk maddede hala kekeleme, hecelemedeyiz :)telaffuz yok. öğrenemiyorum çocuğun dilini hala. tam öğrendim derken herif aksan değiştirip konuşuyor :)
evrencim ya son zamanlardaki halimi dökmüşsün yazıya. bir "ben bu çocuğu nasıl eğitirim" telaşı sardı beni. o birey olmaya başladıkça ben tırsıyorum, okuyup önümüzdeki aylardaki olası krizleri nasıl atlatırım diye çalışıyorum. epey soyutladım kendimi bu aralar, silkinmek lazım, bu kadar odaklanmamak lazım belki de.
21 Nisan 2010 09:14sevgiler
bir soukta okudum, harika bir yazıydı. sevgiler
21 Nisan 2010 11:52ne güzel yazmışsın. Birde teorikle pratik birbirine uysa ortada sorun diye birşey olmazadı değilmi? bize sadece okumak ve uygumak düşerdi. ama nerde
21 Nisan 2010 13:03Hulya,
25 Nisan 2010 08:58Arkadasina katiliyorum. Aksan degistirme olayi bizde de ayni :)
Yeliz,
Evet, fazla odaklaninca genel tabloyu kacirabiliyorsun. Bir de cocuklar genelde sen ne yaparsan onu yapiyorlar; o yuzden kendimizi gelistirmek, birlikte gelismeyi hedeflemek daha dogru bir davranis olabilir. Sunu farkettim, ne zaman elime bir kitap alip koltuga uzanip okusam, bebis kendi kitaplarina daha cok gomuluyor, ya da ben herseyi yerine koyuyorsam, o da pesimden topluyor. Ben sahsen odul-ovgu-ceza vs. yontemlerine inanmiyorum. Bizde en cok ise yarayan dikkat dagitma ve istenilen davranisi birlikte yapma. Yazilarini okuyorum, ama su ara hic vaktim olmadigi icin hic yorum yapamiyorum. Yakin bir zamanda toplu ziyaret yapacagim umarim. Simdilik sevgiler...
Hilal,
25 Nisan 2010 09:00Cok tesekkurler. Benzer seyler dusunuyormusuz yine ;)
Yasemin,
Evet ya, keske uysa. Deneyerek ogreniyoruz cogu zaman. Neyse ama biz de ilerde "tecrubeyle sabittir" gibi artistik laflar ederiz ;)
Yorum Gönder