Nasıl Bir Dünya?

Yazarlarımız

Hangi Konularda Yazdık?

Kim Ne Yazdı?

Sayfalar

15 Şubat 2010 Pazartesi

İp üstünde bir denge

Çocukluk insan zihninin en hızlı geliştiği dönem. Her an her yerden bir bilgi, bir heves, bir ışık kapma telaşıyla geçer günler. En güzel yanı, insanın o telaşın ve heyecanın farkında olmadan o heyecan havuzunun içinde kendinden geçmesidir. Etrafta ne kadar çok renk ve ses varsa, havuzun verdiği keyif de o kadar artar sanki. Huzur sağlanmış renkli ve canlı karelerle dolu çocukluk albümü doldurur zihin. Her sayfasını çevirişte başka bir güzel anın tadıyla damağı burulur.

Kendi çocukluğumda tüm renklerden bol bol vardı. Halihazırdaki çekirdek ailemiz bile incir çekirdeğinden ziyade şeftali çekirdeği kıvamında, kocamandı. 5 kardeşli, bol sesli, kaotik düzene sahip bir çekirdek aile… Bunun yanısıra, her yaz tatili geçirdiğimiz anneanne evi vardı. Anneanne, büyükbaba, en büyükleri annem olan 4 kızkardeşten müteşekkil teyze grubu. Teyzelerimin hayatımdaki yeri apayrıdır. Anne yarısı onları tanımlamaya yetmez, onlar anne tamlayanıdır. Tuvalet alışkanlığından kuş sevgisine, renklerle dans etmekten, erken okuma yetisine… bir çok şey bana teyzelerimin hediyesidir.
İlk 4 yaşımda, İstanbul’da yaşarken ve teyzelerim de İstanbul’da okurken haftasonlarını iple çektiğimi hatırlıyorum. Onların çantalarını döküp içindekilerle nasıl oynadığımı, bana getirdikleri değişik oyuncakları ve kitapları hatırlıyorum. Hafızaya neşeyle kazınmış anları hatırlamamak ne mümkün. Suadiye’den Erenköy tren istasyonuna kadar yürüyüşlerimizi, sonra dondurma ile geri dönüşlerimizi… Daha sonraki yıllarda anneannemlerin evinde geçen yaz tatillerini…

Mevzuyu duygusal ve çocuğa bakan yönüyle ele aldığımızda kalabalık bir ailede büyümek harika bir şeydir. Kalabalıkta çocuk herkesten farklı bir şey öğrenir, farklı yüz ifadeleri, farklı duygular edinir. Tek gerçeğin kendi anne ve babası olmadığının ayırdına varır. Çabuk büyür çocuklar kalabalıkta. Çabuk bağımsızlaşır. Herşey renkli ve çeşitlidir. Oyunlar çeşit çeşittir, tecrübeler hakeza. Anne masalı, anneanne efsaneleri, dede tecrübeleri, teyze pandomimleri vardır. Okunan kitaplardaki tonlamalar çeşitli, yorumlar da öyle… Böyle bir aşure kazanının içinde çocuk en güzel tatları damağında evirip çevirerek büyür. Kendini tanıması bile kolaylaşır bence.

Bu tablo çok güzel, lakin huzur önemli. Kalabalığın işleyişinde düzen yoksa, çocuğa saygı yoksa, itiş-kakış varsa bu saydıklarımın tadı kaçıyor maalesef. Bunlara ek olarak, kalabalık çocuğu boğuyorsa ondan da uzak durmak lazım. Kontrol mekanizması sağlanmış ama bunu çocuğa fark ettirmeden uygulayan ideal bir resim benim bahsettiğim. Çocuğa mahremiyet çizen, onun da alanlarını ve özel zamanlarını tanıyan bir ev rejimi…
İşin çocuğa bakan yönünü kabaca ele aldım. Bir de anneye bakan yönü var ki mutlu anne= mutlu çocuk denkleminde dengeyi sağlamak adına önemli. Hislerini bire bir gördüğüm tek örnek kendim olduğu için kendimden yola çıkarak yazayım. 15 yaşımdan beri ailemin olmadığı şehirlerde yaşıyorum. İç denetim mekanizmamla kendi kendimi idare etmeye alışmış bir insanım. Kimsenin işime karışmasından, düzenimi bozmasından hoşlanmayan asi ve bencil hallerim var ki törpülemek epeyce zor oluyor. Yalnız kalmayı çok severim, hatta dönem dönem ciddi şekilde ihtiyaç duyarım yalnızlığa. Bebeğimden önce “Kendime ait bir oda” sevdası üst boyuttayken şimdi onun uyuduğu saatleri iple çekmem bundan. Zihnimi toparlamak, yazmak, boyamak için yalnızlığa gereksinimim var, mutluluğum için gerekli bu benim. Bu halimi kalabalık aile tablosunun neresine koyacağımı bilemiyorum. Yerim yok. Ya kendimden ödün verip düz ve mutsuz anne olacağım. Ya da daha az mutlu, yalnız bir çocuğa tek başıma bakacağım. İşte bu bir karar noktası. Zor!

Keşke kalabalık yakın olsa, ama kimse birbirinin işine düzenine karışmasa. Yalnızlık saatlerini sana bırakıp hatta bu saatleri artırmak adına çocuğunu alsalar, oynasalar onunla… Ütopyayı özlüyorum değil mi? Şu an yaşadığım yeri seviyorum, nedeni bu belki de.

Yeterince kalabalığız –akraba olmasa da arkadaş da önemlidir- ama kimse kimsenin ıssız saatlerine tecavüz etmiyor. İhtiyaç duyunca hemen koşabilecek kadar yakın ama sana saygı duyduğundan mesafeli…

Şehir hayatı kalabalık içinde adacıklar yaratıyor. Yalnızlığa alıştırıyor insanı. Çocuklar bu adalarda “ıssız adaya düşünce yanımızda bulunmasını istediğimiz 3 şeyden biri” olma bahtsızlığını yaşamamalı. Daha çok renk olmalı onların aynalarında. Bu dengeyi öyle güzel, öyle özenerek kurmalıyız ki hem anne mutlu olmalı, hem çocuk.
Aynalarımıza gölge düşmesin asla.

1 yorum:

R. Berin Tuncel dedi ki...

Bu kadar olur ya!.. Yazını okumamıştım ve pazartesi yazdığım yazının başlangıcıyla bitirmişsin yazını :)..Tespitlerine katılıyorum ve ütopya değil aslında istediğin.Gayet makul bir çözüm,nitekim ben de bu tip bir hayat yaşıyorum.Hem kalabalık hem ıssız :)
Sevgimle...

17 Şubat 2010 19:10