23 Şubat 2010 Salı
Afrodit, Kibele'ye Karşı (mı)?
“Kadın evlenince erkek değişir. Kadın evlenince kadın değişir. Çocuk doğunca beraber geçirilen zamanlar azalır. Evlilik durgunlaşır ve bunaltır. Dikkat tehlikedesiniz!” fikirlerini yayan bir tarikat olduğundan şüpheleniyorum. Bir anne dergisinde şöyle bir cümle okumuştum: “Anneler! Yorgunluğunuzu atmak ve kendinizi şımartmak için spa deneyiminden faydalanın.” Yorulduğumuz, kendimizi dinlemek istediğimiz, nefes almak istediğimiz (ve bunu yapmamızın tüm aile için de faydalı olacağı) dönemler olmasına karşın neden ille de kendimizi bir ücret karşılığı şımartmamız gerektiğini sorgulamadığımız ve anneliğin kendisinin de bütün resme baktığımızda bir ödül-şımartılma olduğu, olabileceği seçeneğinin göz ardı edildiği bir zamanda yaşıyoruz. Tüketim çağında firmalar bize, aslında biz zenginleştiğimiz halde fakirleştiğimiz fikrini aşılayarak daha fazla hizmet ve ürün satma derdinde.
“Sevgiliyken evlenince, evliyken de çocuk doğunca ne değişti?” gibi sorulardan yola çıkarak kocamla sohbet ettik. Ettiğimiz sohbetin bir özeti olarak yazıyorum.
Ekonomik olarak bakarsak şöyle bir tablo var: Evlilik aşkı öldürüyor, sevgili kalın ki evlilik hayalleri kurduran Hollywood romantik komedileri satalım. Evlendiyseniz bile çocuk yapmayın ki özgür kalın ve gezin ki size hizmetlerimizi daha rahat satalım. Ya da evlenin heyecanınız ölsün ki, size adrenalin, Ikea’lar ve yaşam tarzları satalım. Çocuk yaptıysanız, eh olmuş bir kere o zaman size çocuk kıyafeti, çocuk eğlencesi ve aktivitesi satalım. Ama çocuk yapınca yaşlanıp seksiliğinizi kaybedeceğinizi de bilin (bilin ki biz size kırışıklık ve selülit kremi, şifalı bitkiler ve sarımsak satalım.) Son zamanlarda nerede ana haber bültenlerine sardırmış bir yaşlı görsem sarımsak kokuyor. Sarımsak şifalı ya, “belki böyle ölmem” diye yiyorlar galiba:). Yaşlılık kötü, yaşlılık ayıp. Beraber yaşlanan çiftler azalıyor.
Gençliği, hareketi, Püritence çalışmayı (çalışmanın her türlüsünün Tanrı tarafından ödüllendirileceğine inanan insanlarca kültür satılan bir dünyada ne olmasını beklerdik?), cinselliği, fark etmeyi değil fark edilmeyi kutsayan tüketim çağında elbette kadınlar da sık sık ezik, hantal, sönük, “anaç” (kötü bir şeymiş gibi) hissettirilmelidir ki tüketsinler. Kadının ekonomik özgürlüğünü, gücünü, kendine özgülüğünü, çalışma hayatında erkekle aynı güce sahip olmasını, haklarını almasını destekleyen kültürle, kadını şişman, yaşlı, anne olduğu için eskimiş ve yıpranmış hissettiren kültürün aynı kaynaktan çıkması çelişkili değil mi?
Artık evlilikler, çiftlerden biri ölene kadar sürmüyorsa bunda tüketim kültürünün etkisi yok diyemeyiz. Evliliğin aşkı öldürdüğünü ( ve bunun ille de kötü bir şey olduğunu) söyleye söyleye evliliğin romantik baş başa yemekler, sohbetler, haftasonunda yakın yerlere yapılan “romanti kaçamaklar” ve çiçekler anlamına gelmesi gerektiği mesajını veren kültür, çiftlerden biri bir sebepten bunalıma girince, hasta olunca ya da sadece huysuzlanınca, diyelim bir iki ay uzlaşmaya yanaşmayınca tek çare olarak boşanmayı vaat ediyor. Karşıdaki insana sabretme fikrinin, özellikle kadınların başına geldiği için söylüyorum, “eski kadınlar gibi onun kahrını çekemem” olarak görülme, ya da erkeklerin “benim evlendiğim kadın (genç, güzel, neşeli, sürprizli) nereye gitti?” “Çocuk olunca çok değişti” diye sokağa çıkıp o kadını başka kadınlarda bulma olasılığı eski evliliklere oranla daha fazla arttı (ya da ben daha fazla görmeye başladım).
Bunda devleştirilen “ben”in de etkisi var. “Ben çekemem”, “ben bekletilmeye gelemem”, “ben sana muhtaç olamam”, “ben daha iyisini hak ediyorum”, “ben seninle uğraşamam” gibi cümleler kuruyor kadınlar ve erkekler. Neden ve ne hakla bu kadar büyüdük ve dev olduk? Biz bu kadar büyüyünce kimseleri beğenmez, evliliğimizin ve çocuğumuzun durumuyla da memnun olamaz olduk. Memnunsak bir şeyler yanlıştı.
Evet değişim bir gerçek. Durmadan emzirdiği görülen göğüslerin eskisi kadar seksi olması mümkün olmayabilir. Bakımlı ve temiz olmak, olmaya devam etmek evlilikte çok önemli. Ama“cinsel obje” olmak istemediğini söyleyen kadın için Afrodit yerine “bolluğun bereketin simgesi Kibele”ye de benzemeye başlamanın neresi kötü? Kadını sevilebilir ve arzulanabilir yapan, onun yalnızca seksi ve güzel oluşu mudur? Erkek her daim böyle bir kadını aramalı mıdır? Evlilik bebek gelip de baş başa kalınan zamanlar doğal olarak azaldığında ille de kötüye mi gidiyordur?
Sorular uzayıp gidiyor. Anne ve kadın dergilerinin, reklamların, kozmetik firmalarının ürettiği sorulardan sıyrılıp kendimize yeni sorular sormamız gerekmiyor mu?
Resim kaynağı: www.greek-islands.us/.../ aphrodite/aphrodite.jpg
13 yorum:
kesinlikle katiliyorum cok haklisin..
23 Şubat 2010 14:53özelliklede kozmalitan gibi sacma dergiler tesvik ediyor kadini ben merkezci yapmaya. asil amacsa sadece urun tanitmak ve satmak.
Ellerine saglik Hilal. Cok guzel bir yazi olmus. Birilerinin dayatlamalari ile devlestigini sanan insanlar maalesef yalnizlastiklarinin farkinda degiller. En cok uzuldugum ise maalesef olan cocuklarimiza oluyor. Gelecegimizle nasil oynadigimizin farkinda degiliz..
23 Şubat 2010 15:40süper bir yazı olmuş.Eline yüreğine sağlık.
23 Şubat 2010 15:53Hilal merhaba,
23 Şubat 2010 18:18Tüketim toplumu eleştirilerine katılmakla beraber, pek çok kadının anne olduktan sonra amanın kutsalım ben diyip "kibele analara" dönüşmesini korkutucu buluyorum. Kozmopolitan dergilerine kapılmak, popüler kültüre teslim olmak, derhal çareyi dışarda aramak yanlış. Romantizm illa beraber yenen demek değildir ama başbaşalık şarttır. Aşk, seks mühim şeyler kanaatimce ve evlilik aşkı öldürmemeli. Bunlar da bize öğretilen klişe fikirlerin bir yönü.
aşk ölmez.
sevgiler.
Bu hafta babaların ne düşündüğünü öğrenmek için sorduğumuz tüm soruların cevapları aslında senin yazında gizli.
24 Şubat 2010 09:29Tespitler ve işleyiş çok etkileyici.Umarım babalar bu hafta bu blogu ve senin yazını daha dikkatli okur.
Eline sağlık.
Ella, haklısın. O dergiler yok mu:)
24 Şubat 2010 11:58İlknur, çocuklarımız bizim aynamız olacak ya, umarım kötü şeyler görmeyiz o aynada.
Toprak Büyürken, teşekkürler.
Özgür anne, evet bir klişeden kaçayım derken diğer klişeye düşme tehlikesi de var. Kibele anaya da dönüşüp salıvermemek lazım aşkı:)
Birben teşekkürler. Babalar okuyor mu ki acaba?
Eline sağlık. Bu kadar mı doğru olur tespitler! Bravo Hilal'cim. Bu arada evet bence babalar da okuyor:)
24 Şubat 2010 14:37Teşekkürler dağlar kızı:)
24 Şubat 2010 18:49heyecanla okudum. birçok yerine katıldım. ama bir şey sormadan da edemiyorum, sana değil kendime... o beklentiler, bize empoze mi ediliyor, yoksa zaten kadının doğasından mı geliyor? Yani en azından bir kısmı... Daha fazla özen, takdir edilme,hep aynı köşede duran vazo gibi alışılmadan, yeni gözlüklerle bakılarak yaşama ihtiyacı...
24 Şubat 2010 23:41Bence de kadının doğasında var, bu yüzden bu yapımız üzerine oynanıyor herhalde. Yapımızda olmasa etkilenmezdik ki...
25 Şubat 2010 10:10Haklısın Hilalcim, haklısın. Kendimizi devleştire devleştire, çevremizdekileri küçültüyoruz farkında değiliz.. Küçülüyor gözümüzde sahip olduklarımız, sevdiklerimiz, mutluluklarımız değil mi? Ve bence buna bağlı olarak çok büyük bir hata daha yapıyoruz, şükretmeyi de unutuyoruz... YAzık ki ne yazık...
25 Şubat 2010 11:13Doğru Filiz, şükretmeyi unutmak da yine memnuniyetsizlik ve mutsuzluğu getiriyor.
25 Şubat 2010 11:26Yazıları arka arkaya okurken kim yazmış bu yazıyı dedim, alkışlama ikonumu yerleştirdim!
27 Şubat 2010 01:58Ama Kibele'ye varmadan, arada bir yerde kalmak mümkün olmalı diyorum!
Yorum Gönder