1 Şubat 2010 Pazartesi
Aaaa, öyle değil mi zaten?
Bu haftanın konusu, kargaya yavrusu kuzgun görünür. Aslında şeytan dedi ki önce, sadece başlıktaki soruyu yaz bırak. Ama duramadım. Yazmaya başlayınca duramıyorum işte, meslek hastalığı...
Reklamcıyız ya, konu bana bir reklamı çağrıştırdı. Oradan dalayım içeri...
Hani annelerin çocuklarını anlat anlat bitiremedikleri reklam.
Komik görünüyor değil mi? Aslında aynı zamanda trajik olabilir. Bu hırs, bu tüm egoları çocuklar üzerinde sivriltmeye çalışma, bu herkesi alt etmek için kendi dışında bir silah arama...
Sanki cevap denge, denge yine denge... Dengeyi kaçırırsan, ya bir egoist yaratırsın, ya da özgüveni yerlerde sürünen bir yetişkin.
Şöyle bir uzandım çocukluğuma... Psikolog koltuğu gibi. Babamın beni yücelttiği anlar geldi. Öyle birkaç an var ki, babamın arkadaşlarının yanında bana iltifat ettiği... Hiç aklımdan çıkmaz,
bana hep güç ve güven vermiştir o anlar. "Ne güzel diil mi benim kızım bilmemne amcası?" demiştir mesela...
Ya da "Benim kızım okumayı çok sever."
Ya da "Benim kızım hikaye yazıyor biliyor musunuz?"
(Babamı anasım gelmiş demek)
Körü körüne şişirmeden, poh pohlamadan, yeri geldiğinde...
O sözler mi bizi yönlendirir, biz mi başarılı oldukça ebeveynlerimiz bizi över bilemiyorum. Ya da sanki her ikisi.
Ama hissettiğim, bu ilişki parayla ilişkimiz gibi olmalı, ne cimri, ne de savurgan.
Kızımın kuzgunluğuna gelince... Sanırım doğa, annelere özellikle ilk başta, çocuklarını hayatta tutabilmeleri için böyle bir içgüdü veriyor. Aşık olma içgüdüsü... Doğumdan itibaren, yani ilk görüşte bir aşk başlıyor. Ondan sonrası malum. Aşkın gözü kördür. Onu dünyanın en güzeli, en zekisi, en yeteneklisi olarak görüyorsunuz, kaldı ki öyle görmeseniz de umrunuzda olmuyor.
Henüz küçük bir kuzgunun annesiyim. Ve aşığım kendisine. Ama gözümü de açık tutmaya çalışıyorum. Babası ya bu çocuk ne kadar da şöyle, böyle dediğinde,
tabii ki kısık sesle şunu söylüyorum:
"Sen her gün blogları okusan, herkesin çocuğu böyle artık... Bütün çocuklar kuzgun."

Reklamcıyız ya, konu bana bir reklamı çağrıştırdı. Oradan dalayım içeri...
Hani annelerin çocuklarını anlat anlat bitiremedikleri reklam.
Komik görünüyor değil mi? Aslında aynı zamanda trajik olabilir. Bu hırs, bu tüm egoları çocuklar üzerinde sivriltmeye çalışma, bu herkesi alt etmek için kendi dışında bir silah arama...
Sanki cevap denge, denge yine denge... Dengeyi kaçırırsan, ya bir egoist yaratırsın, ya da özgüveni yerlerde sürünen bir yetişkin.
Şöyle bir uzandım çocukluğuma... Psikolog koltuğu gibi. Babamın beni yücelttiği anlar geldi. Öyle birkaç an var ki, babamın arkadaşlarının yanında bana iltifat ettiği... Hiç aklımdan çıkmaz,
bana hep güç ve güven vermiştir o anlar. "Ne güzel diil mi benim kızım bilmemne amcası?" demiştir mesela...
Ya da "Benim kızım okumayı çok sever."
Ya da "Benim kızım hikaye yazıyor biliyor musunuz?"

Körü körüne şişirmeden, poh pohlamadan, yeri geldiğinde...
O sözler mi bizi yönlendirir, biz mi başarılı oldukça ebeveynlerimiz bizi över bilemiyorum. Ya da sanki her ikisi.
Ama hissettiğim, bu ilişki parayla ilişkimiz gibi olmalı, ne cimri, ne de savurgan.
Kızımın kuzgunluğuna gelince... Sanırım doğa, annelere özellikle ilk başta, çocuklarını hayatta tutabilmeleri için böyle bir içgüdü veriyor. Aşık olma içgüdüsü... Doğumdan itibaren, yani ilk görüşte bir aşk başlıyor. Ondan sonrası malum. Aşkın gözü kördür. Onu dünyanın en güzeli, en zekisi, en yeteneklisi olarak görüyorsunuz, kaldı ki öyle görmeseniz de umrunuzda olmuyor.
Henüz küçük bir kuzgunun annesiyim. Ve aşığım kendisine. Ama gözümü de açık tutmaya çalışıyorum. Babası ya bu çocuk ne kadar da şöyle, böyle dediğinde,
tabii ki kısık sesle şunu söylüyorum:
"Sen her gün blogları okusan, herkesin çocuğu böyle artık... Bütün çocuklar kuzgun."

6 yorum:
Aslında eskidende bütün çocuklar kuzgundu belki. Belki biz çocuk sahibi olmadığımız için farkında değildik ve belki de blog sahibi olmadığımız için :)))
1 Şubat 2010 10:15ama senin kızın resim yapmayı çok seviyor annesi, çok akıllı, çok güzel maşallah :)))
Ne guzel ifade etmissin "hayatta tutmka icin" askin yesermesi...
1 Şubat 2010 10:16Denizciğim,inanamadım biliyor musun?ben de çarşamba yayınlayacağım yazıyı dün gece yazdım ve hemen hemen aynı şeyi anlamışız senle.hatta aynı reklam gelmiş aklımıza.kullandığımız kelimede aynı.trajikomik:))ben diğer versiyonundan bahsetmiştim.oxforda gidiyor ya hani :)neyse okursun artık çarşamba günü:)
1 Şubat 2010 11:34finale bayıldım !. hepimiz KUZGUNUZ! :)))
1 Şubat 2010 11:36saol Sibel teyzesi :)
1 Şubat 2010 16:14evet Full Moon, gerçekten de öyle... aşkla hayata adapte etmeye çalışıyorsun, acemi can'ı :)
Sirarcım, yazını bekliyorum, dört gözle :)
:) Çok güzel ifade etmişsin canım..Ellerine sağlık..
5 Şubat 2010 02:36Yorum Gönder